Antik dönemden günümüze aktarılan pek çok dini figür ve mitolojik hikayenin Dünya, Güneş ve onların arasındaki ilişkiyi, uzayda bulunduğumuz konum ve sonucunda oluşan gökbilimsel değişimleri ve devinimleri ifade etmesi, geçmişten günümüze aktarılan bilgilere atfettiğimiz önemi değiştirecek ve bu öykülere ve o zamanın insanlarına farklı gözlerle bakmamıza vesile olacaktır.
Hint Mitolojisi barındırdığı 333 milyon tanrı ile biline en zengin antik medeniyetlerden biridir. Yunan, Sümer, Viking vb gibi mitolojilere verilen önem maalesef Batı’da Hint mitolojisi için eş değerde dikkat konusu olmamıştır. Yoga’nın günümüzde yoğun uygulaması ve popülerleşmesi ile Hint kültürü, mitolojisi ve felsefesi ile günümüzde git gide daha çok merak uyandırmaya başlamıştır. Her ne kadar kimi kesimler tarafından deli saçması olarak görülüp dudak bükülerek ya da anlayamamanın verdiği sıkıntı ile göz ardı edilmiş olsa da bir başka gözden bakış bu algıları değiştirebilir.
Yoga ile uzun süredir ilgilenen herkes Yoga asanaları içerisinde bu mitolojiye atıfta bulunan poz isimleri olduğunu bilir, (Anantasana, Vasisthasana, Ardha Matsyendrasana, Hanumanasana vs..) Ancak Hint mitolojisi veya bir başka ismiyle Vedik mitoloji saf öykülerden ve fantastik kurgulardan oluşan “ilkel” bir zihnin ürünü değil aksine çok komplike ve hatta uzaya, yıldızlara kısacası derin astronomi bilgisini gözler önüne seren bir bilgi birikimidir.
Bundan 100 yıl önce kadar Hint akademisyen Bal Gangadhar Tilak aslında tarihte bilinen pek çok dini ve mitolojik öykünün, Dünya’nın arka planda yıldızlarla olan değişimini temsil eden hikayeler olduğunu iddia etmiştir. Nitekim Subhash Kak, David Frawley ve Georg Feuerstein de Tilak’ın izinde yaptıkları uzun araştırmalar sonucu “In Search of the Cradle of Civilization” adlı eserlerinde Vedik mitoloji ve Vedik dönem (M.Ö. 3000-4000) insanlarının sahip olduğu derin astronomi bilgisini mitolojik hikayeler aracılığıyla insanlığa metaforik bir biçimde sunduğunu iddia ederler . Şimdi, bu kitaba dayanarak bir Vedik mitoloji hikayesini ele alalım, kozmolojik ve astronomik bağlantılarını inceleyelim:
Okyanus Çalkalama
Ekvatorsal devinimi metaforik olarak açıklayan ünlü okyanus çalkalama öyküsü ile başlayalım. Hem Mahabharata (I.17-19) hem de Rg-Veda’da (X.136.7) görülen bu mit aslında Güneş’in ve Dünya’nın yıldızlara göre olan pozisyonunun devinimi ve değişimini anlatır.
Bir çağ kapanırken denir ki, iblisler ve şeytanlar ölümsüzlük iksiri amrta’yı elde etmek amacıyla kozmik okyanusu çalkalamaya karar verir. Bu amaçla Meru dağını sopa ve Yılan Kral Vasuki’yi de ip olarak kullanırlar ve okyanusu harekete geçirirler. Çabaları sonucu köpüren okyanus önce süt köpüğü gibi bir tabaka oluşturur, daha sonra Ay’ı ve sonra Güneş’i ortaya çıkarır.
Çalkalamaya devam ettikçe, okyanus kalakuta isimli bir zehir meydana getirmeye başlar, bu öyle bir zehirdir ki bir anda tüm evreni kaplayarak her şeyi yok etme riskini de beraberinde taşır. Dünya’nın yok olma ihtimalini engellemek adına Tanrı Şiva hemen yardıma koşar ve zehri yutarak, boğazında hapseder ve Dünya’yı kurtarır. Şiva’nın boğazında kalan zehir Şiva’nın boynunu maviye boyar ve bu yüzden de adı nila-kantha, “mavi boyunlu” olarak günümüze kadar taşınır.
Okyanusun çalkalanması sonucu nihayet ufukta ölümsüzlük iksirini içeren beyaz bir kayık görünür. Hemen iblisler kayığa el koyar ancak onlar iksiri içemeden Tanrı Vişnu (Narayana- nara-ayana: insanlığın ikametgahı) araya girer. Mohini, yani “baştan çıkaran” biçimini alarak onları büyüler ve kendi iradeleriyle iksiri Vişnu’ya teslim etmelerini sağlar. Vişnu hemen iksiri meleklere verir ve böylece ölümsüzlüğe ulaşırlar.
Tüm Bunlar ne Demek oluyor?
Astronomi gözlükleri ile bu miti okuduğumuzda çok ilginç bulgularla karşılaşıyoruz:
Öncelikle süt okyanusu Samanyolu Galaksi ’sini temsil eder. Samanyolu’nun süte benzer görünümünden ötürü İngilizce ’de de verilen ismi, Milky Way, yani “Sütlü Yol”dur.
Dünya Güneş sistemi içerisinde ve bu sistemle birlikte Samanyolu çevresinde turunu 220 milyon yılda tamamlar. Bu süreçte Samanyolu Galaksisinde birbirlerine göre konumları sabit 44’ü kuzeyde, 44’ü güney yarımkürede olan toplam 88 tane takımyıldız ismiyle bilinen yıldız kümesi mevcuttur. Okyanus çalkalama mitinde melekler Kuzey Yarımküre yıldızlarını temsil ederken, iblisler Güney Yarımküre Yıldızlarıdır. İp, yani Zodyak yılanı ise Güneş’in bu takımyıldızlar çevresinde aldığı yol, tuttuğu yörüngedir.
Güneşin Dünya’dan seyredilen bir yıllık rotası (ekliptik) üzerinde bulunan bu takımyıldızlardan 12’si ise Zodyak Takımyıldızları (Aries-Koç, Taurus-Boğa, Gemini-İkizler, Cancer-Yengeç, Leo-Aslan, Virgo-Başak, Libra-Terazi, Scorpius-Akrep, Sagittarius-Yay, Capricornus-Oğlak, Aquarius-Kova, Pisces-Balık) olarak tanınır. Bir başka deyişle, Dünya güneş etrafındaki yolu üzerinde bu 12 takımyıldızını bir yıl boyunca ziyaret eder. Dolayısıyla Güneş ışınları, 1 yıl boyunca bu takımyıldızların her biri ile yaklaşık 1 ay süreyle kesişir ki bu da bizim doğum günümüzde hangi takımyıldızı etkisinde olduğumuzu belirleyerek “burçlarımızı” oluşturur.
Dünya kendi ekseni ve Güneş etrafında 23.5 derecelik bir eğim ile döner. İşte bu eğim nedeniyle de mevsimler oluşur. Bu eksen, Okyanus çalkalama mitindeki ünlü Meru Dağı’dır, Meru Dağı yani Dünya’nın eksenidir. Ancak bu eksen her 71.6 yılda 1 derece yalpalama yapar. Her 71, 6 yılda 1 derece yapılan yalpalama, tam bir tur, yani 360 dereceyi bulduğunda toplam 25765 yıla tekabül eder. Bu şu demektir: gökyüzünde bakıp da hiç değişmeyen olarak bildiğimiz Kutup Yıldızı, aslında Dünya’nın ekseninin bu yalpalama sonucuyla yön değiştirmesi nedeniyle belli zaman aralıklarında başka bir yıldıza merkezlenir. Aynı yıldızı göstermesi ise ancak ve ancak 25675 yıl geçip te tam bir tur tamamladığında mümkün olabilir. Mesela şu an Kutup Yıldızı’mız Polaris’tir ancak 13000 yıl sonra bu Vega olacaktır ve ancak bugünden 25675 yıl sonra yeniden Polaris eksen ile aynı hizaya gelecektir.
İlkbahar ekinokslarında, yani Gün ve Gecenin aynı sürede eşitlendiği, Güneş’in ışınlarının tam Ekvator düzlemine denk geldiği 21 Mart tarihinde Güneş’in ışınları belirli bir Takımyıldız ile kesişir. Bu kesişim 2160 yılda bir farklı bir Takımyıldızına denk gelir. Mesela ortalama M.Ö. 8000-6000 yılları arasında Güneş, ilkbahar ekinoksunda Yengeç Takımyıldızı ile kesişmiş, M.Ö. 6000-4000 İkizler, M.Ö. 4000-2000 Boğa, M.Ö. 2000-0 Koç, M.S. 0-2000 Balık ve şu anda M.S. 2000-4000 arası Kova ile kesişmektedir. Bu nedenle 2000 yılı ve sonrası “Kova Çağı” olarak adlandırılmıştır ve Kova Çağı, M.S. 4000 yılında Oğlak Takımyıldızı ile Güneş kesişene kadar devam edecektir.
Ortalama her 2000 yılda bir gerçekleşen bu geçiş ve değişim, Dünya üzerinde depremler, tsunamiler gibi büyük jeolojik değişimler tetiklemiştir. İşte bu dönem değişimler, tıpkı bugünkü gibi, antik dönem insanlarının var olan harmoni ve uyum arayışına karşı tehdit olarak algılanmıştır. Okyanus Çalkalama mitolojisindeki ölümcül kalakuta zehri işte her 2160 yılda bir bu değişimle gelen jeolojik dönüşümü temsil eder. Şiva, düzene tehdit olarak ortaya çıkan bu zehri yutarak yok oluşu engellerken, Vişnu iblislerin eline geçme ihtimali olan ölümsüzlük iksirini meleklere vererek düzenin selametle bir kez gelişini sağlar, denge ve süreklilik yeniden yerleşir.
Peki Ya Diğerleri?
Antik dönemden günümüze aktarılan pek çok dini figür ve mitolojik hikayenin Dünya, Güneş ve onların arasındaki ilişkiyi, uzayda bulunduğumuz konum ve sonucunda oluşan gökbilimsel değişimleri ve devinimleri ifade etmesi, geçmişten günümüze aktarılan bilgilere atfettiğimiz önemi değiştirecek ve bu öykülere ve o zamanın insanlarına farklı gözlerle bakmamıza vesile olacaktır.
Bu anlamda tarihten günümüze taşınan bu tarz figürler ve öyküler elbette sadece Vedik dönem’e özgü değildir. İsa ve onunla ilişkili tüm mitolojik hikaye, bakire bir kadından tam 25 Aralık tarihinde doğması, 12 yaşında çocuk öğretmen oluşu, 12 havariye sahip olması, çarmıha gerilip, 3 gün boyunca kaldıktan sonra ölmesi ve sonra yeniden dirilmesi üzerine de benzer astronomik okumalar mevcuttur.
Benzer şekilde Vedik mitolojide de Dünya’nın Güneş ve çevresel takımyıldızlarla kurduğu ilişkiye ışık tutan ve arkasında derin manalar sunan pek çok mitolojik figür ve hikaye mevcuttur. İşte bir kaçı daha:
Neden Vişnu bin başlı “sonsuzluğu” simgeleyen Yılan Kral Shesha üzerinde oturmaktadır?
Rig Veda’da geçen Rudra, “uluyan”, ya da sonraki dönemdeki ismi ile Şiva, niçin “yıkıcı” bir Tanrı’dır ve “ulumakla” nasıl bir ilişkisi vardır?
Tüm evreni kendini kurban ederek yaratan ilk öğretmen Prajapati neyi temsil etmektedir?
Yedi bilgeler olarak geçen, Sapta rşiler, (ki içlerinden Vişvamitra, ünlü Gayatri mantra’nın aktarıcısı olarak bilinir) gerçekten var olmuşlar mıdır ve neden yedi tanedirler?
Ganj, neden Şiva’nın başından çıkar ve Ganj’a neden bu denli bir kutsallık atfedilir?
Bu ve bunun gibi daha birçoğu da başka bir yazıya kalsın…
———————————————–
Tilak, B. G, (1893) The Orion or Researches into the Antiquity of the Vedas, Poona: Tilak Brothers.
Feuerstein, G & Kak, S. & Frawley, D. (2008), In Search of the Cradle of Civilization: New Light on Ancient India, Motilal Banarsidass Publishers: Delhi
Merak ediyorsanız, kesinlikle şu videoyu izlemeniz önerilir: https://www.facebook.com/KayraKhan/videos/185269538549377/?pnref=story