Sağlıklı insan, eğer yaşamının kıymetini bilmek istiyorsa günün brahmamuhurta zamanında (yataktan) çıkmalı… Aṣtāṅga Hridayam, vol: I, 2:1 Brahmamuhūrta :”Yaradan’ın Zamanı”
Sağlıklı insan, eğer yaşamının kıymetini bilmek istiyorsa günün brahmamuhurta zamanında (yataktan) çıkmalı…
Aṣtāṅga Hridayam, vol: I, 2:1
Brahmamuhūrta : “Yaradan’ın Zamanı”
Brahmamuhūrta, kelime anlamıyla “Brahma’nın (Yaradan’ın) zamanı” Yogik kültür içerisinde günün erken saatlerine verilen isimdir. Yoga yolunda yürüyen her öğrencinin bu saatlerde uyanması önerilir.
Zaman olarak tam hangi saat dilimine geldiği tartışmalı olsa da temel Ayurveda metinlerinden sayılan Aṣtāṅga Hridayam, Brahmamuhūrta’nın “gecenin son üç saati olduğunu yazar (3.am-6am).
Sivananda Yoga geleneğinde ise Swami Sivananda’nın bıraktığı metinlerde sabah saat 4.00 civarı yataktan herkesin kalkmış ve sabah ritüeline başlamış olması gerektiği öğütlenir. Her ne kadar Ayurveda metinleri ve Swami Sivananda Hindistan coğrafyası merkezli konuşuyor olsa da, Brahmamuhūrta’nın genel olarak güneş doğmadan bir buçuk saat önce başladığı söylenmektedir. Nitekim İslam kültürü içerisinde de “Kerahet Vakti” olarak da tercüme edebileceğimiz Brahmamuhūrta bu durumda bizim bildiğimiz Sabah Ezanı saatlerine denk gelir.
Yogik kültür içerisinde Brahmamuhūrta meditasyon, dua ya da içe dönüp kendinizle baş başa kalmak adına günün en “mükemmel zamanı” olarak dillendirilmiştir. Aṣtāṅga Hridayam “çalışmak ya da Brahma, Yaradan, hakkında bilgilenmek adına en iyi zaman dilimi” olduğunu yazar. Genellikle bu zaman diliminin bu şekilde tanımlanmasının sebebi dış dünyanın olabildiğince sessiz, hareketin henüz başlamadığı ve böylece zihnin en sakin ve dingin olduğu an olmasından kaynaklanır. Ne dışarıda yapılması gereken işler üzerin henüz düşünmeye başlanmıştır ne de arkamızda bıraktığımız günün yorgunluğu atılmaya çalışılmaktadır. Pek çok Ayurveda ve Yoga metnine göre bu zaman dilimi sattvik (saf) niteliklerin doğada kendini gösterdiği bir dönemdir ki bu da huzurlu bir zihne kolayca ulaşabildiğimiz nadir anları yaratır.
Brahmamuhūrta’yı özel kılan sebepleri incelenmeye başladığımızda Ayurveda metinleri bu dönemi şu özel sebeplerle incelemeye başlar. Şimdi Brahmamuhūrta’nın “mükemmelliğinin” bir insanı nasıl daha zihinsel, fiziksel ve duygusal sağlık ve dengeye ulaştırmada nasıl yardımcı olduğunu inceleyelim.
“Yukarıda ne varsa Aşağıda da o var”: Makro kozmos ve Mikro kozmos
“Mikro kozmos ve Makro kozmosa göre, bu devasa evrende yani makro kozmosta mevcut olan her şey bir insan bedeninin içindeki alemde, mikro kozmosta da kendini gösterir. Caraka şöyle der: “İnsan evrenin aynasıdır. Dünyada ne kadar çeşitlilik varsa insanda da aynısı mevcuttur.” Bir insan ne kadar evrenle, dışarıdaki dünya ile ahenk ve uyumu yakalayabilirse bu küçük alem bir o kadar dışarısındaki büyük alem ile uyumlu bir birliktelik geliştirebilir.” Dr. Robert Svoboda
Ayurveda ve Yoga metinleri, insan bedeni ve evren arası ilişkiyi mikro kozmos yani küçük alem ve makro kozmos yani Büyük Alem olarak inceler. Mısır’ın ünlü kadim deyişiyle: “Yukarıda ne varsa aşağıda da o vardır”. Biliriz ki, gökteki yıldızlar kadar insan beyninde sayısız sinir hücreleri arası sinaps, elektriksel itki mevcuttur. Benzer şekilde, bir yaprağın içindeki protonlar, nötronlar ve hatta kuarklar yine uzaydaki galaksiler, yıldızlar, nebulalar arası ilişkiyi andırır. Tam tersi şekilde bir canlının tek bir ayak parmağını hareket ettirmesi ile tüm evrende zincirleme bir titreşim oluşabilir. Bunun en ünlü örneği Amazon’da kanat çırpan bir kelebeğin Asya’da bir fırtına çıkartmasıdır.
Ayurveda, alternatif Hint tıp biliminde de bundan sıkça bahsedilir. Mesela yaz aylarında genelde insanın iç ısı üretiminden kaynaklı hastalıklar ortaya çıkar: ülserler, öfkeler, ya da deri kızarıklıkları… Makro kozmik döngünün mikro kozmostaki yansımasını bir insan ömrünün sabah, öğle ve akşamında görebiliriz. Her insanın doğumu onun ömrünün sabahı, yetişkin evresi insan ömrünün öğle ve ikindisini, ölüm ve yaşlılık ise akşam ve geceyi temsil eder. Her ne kadar kendi hayat döngümüz üzerinde kontrolümüz olamasa da günün döngüleri arasında istediğimizi yapabilme şansımız vardır. Bu nedenle şafak vakti yani güneşin en özel manyetik akımları ile Dünya’yı sarmaladığı zaman diliminde ayakta olabilirsek insan ömrü, sağlığı, refahı üzerinde de söz sahibi olabilmeye başlarız.
İnsan bedeni üzerinde iki temel enerji akımı vardır: birincisi prāna ve ikincisi ise apāna. Prāna, solunum, yenilenme ve canlılıktan sorumlu bedenin göğüs ve kalp bilgesinde dominant bir akım iken, apāna üreme, boşaltım ve doğum gibi eylemlerden sorumludur. Ayurveda metinlerinde Aṣtāṅga Hridayam, Brahmamuhūrta’nın başladığı zamanlarda bu iki enerji akımının en aktif dönemini yaşadığını söyler. Apāna’nın fonksiyonu sayesinde, beden bir gebelik sonrası dünyaya gelirmişçesine arınıp, atıklarından kurtulur; sanki yeniden doğar. Prāna ise gün doğarken zihinsel ve fiziksel canlılığı yeniden başlatmak adına en yüksek oranında tüm organizmada dolaşır.
Bunun yanı sıra Ayurveda’da vata (have-boşluk), pitta (ateş), kapha (toprak-su) isimli 3 temel nitelik tüm doğa süreçlerini açıklar. Buna göre sabah güneş doğmadan önceki dilim vata dominant bir periyottur. Vata’nın aktif zamanlarında bağırsaklar daha kolay boşalır, bedenle fiziksel hareketler yapmak kolaylaşır ve bu çalışmalardan daha fazla verim alınır. İşte bu nedenle de Yoga Asana çalışmalarının da sabah erken vakitte yapılması öğütlenir.
Brahmamuhūrta: “Güneşi Üzerine Doğurma!”
Kendi kültürümüz içerisinde anneanne ve babaannelerin “güneşi üzerine doğurma” diye sık tembihlemeleri, edebiyatın ve felsefesi içerisinde de pek çok şair, yazar tarafından yinelenmiştir. Hindistan’ın ünlü sufi şairlerinden Kabir şöyle der:
Ey yolcu, kalk! Şafak attı!
Artık uyuma vakti değil.
Uyanan kişi bulur, uyuyan kişi kaybeder
Kalk ve gözlerini aç, O’nun üzerine tefekkür et.
Benzer cümleleri Osmanlı’nın padişahlarında 4. Murat da günümüzde bir ilahiye uyarlanmış “Uyan ey gözlerim, gafletten uyan!” dizelerinde söyler.
“….seherde uyanır cümle kuşlar
dill-u dillerince tesbihe başlar
tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan”
Uzun lafın kısası, sabah güneş doğmadan bir buçuk saat önce yatağı terk etmek bir insanın farkında olmadan fiziksel bedeni, zihni, duyguları, hormonları üzerinde muazzam değişiklikler yaratabilen bir eylemdir. Modern tıbbın tüm hastalıklara sorgusuzca ilaç yazarak geçici çözümler üretme çabasına ve modern toplumun tedaviyi saf uyuşturma, anestezi ile (bkz. Ağrı kesiciler, sosyal medya bağımlılıkları, anti-depresanlar vs.) bir tuttuğu dönmelerde yaşamaktayız. Tüm bunlara alternatif olarak sabah sadece erken kalkarak sağlımızda büyük değişiklikler yaratabilme ihtimalimiz neden olmasın? Sabah kalkış saatimiz ve güne başlama pratiklerimizde küçük değişiklikler yaparak hayatımız üzerinde büyük değişiklikler neden görmeyelim? Denemeye değmez mi?