Brahman, dairenin ortasındaki merkez, gölgenin ardındaki ışık hacme anlam veren uzaydır. Brahman değişkenin ardındaki değişmez, zahirinin ardındaki batın, sıfatın ardındaki Zat’tır. Niteliklerin, sıfatların, suretlerin sayesinde mevcudiyet bulduğu saf Varlık’tır. Vardır (sat), nesnelerin bilinebilir olmasını sağlayan Bilinç’tir (çit) ve sınırsız, koşulsuz, engin, ebedi Tamlık, Bütünlük, Saadet’tir (ānanda).
Bhagavad Gītā, “Tanrı’nın Şarkısı”, tüm insanlığa sunulmuş evrensel bir bilgelik kitabıdır. Hint felsefesinin temel metinlerinden sayılan Upanişadlar’da öğrenci öğretmenine “Neyi bilirsem geri kalan her şeyi bilmiş olurum?” (Mundaka Upanişad, 1.1.3) diye sorar. Öğretmenin öğrenciye verdiği cevap “Kendini’dir” (1.1.4). Bhagavad Gītā Kendilik’in bilgisini, kendini bilmenin öğretisini en dolaysız ve çarpıcı şekilde aktaran tüm insanlığa hitap eden temel bilgelik metnidir. Hint coğrafyasından insanlığın ilk yazılı metinleri olarak bilinen her konuda bilgiye alan açan Veda’ların son kısmını kapsayan ve Kendilik’in, Gerçek Benlik’in bilgisini aktaran Vedānta öğretisi (Veda + ante, kelime anlamı ile de “Veda’ların son kısmı”) Upaniṣad’lar isimli metinlerle elimize ulaşmıştır. Denir ki Veda’lar eğer tüm bilgiyi kapsayan bir inekse, Upaniṣad’lar sütü, Bhagavad Gītā ise bu sütün kaymağıdır. Dolayısıyla Bhagavad Gītā’yı okumuş ve anlamış bir kişinin geri kalan tüm yazıtların aktardığı bilgeliğe de zaten sahip olacağı vaat edilir. Dolayısıyla Bhagavad Gītā hem beşinci Veda olarak hem de Vedānta’nın özü olarak geçer.
Vedānta, Teklik veya Birlik felsefesi olarak da bilinen, tüm yaratılışın tek bir özden, saf Bilinç’ten var olduğu söyleyen öğretidir. Bhagavad Gītā’dan Krişna’nın sözleri ile konuşursak nasıl ki her yer engin uzay ile kaplanmışsa, nasıl ki varlık hem dışarıdan hem içeriden uzayla kaplanmış hem de üstelik uzayın da içinde mevcutsa benzer şekilde tüm görünen, duyulan, hissedilen beş duyu ile temasa geçilen nesneler de sadece Bilinç ile dışarıdan, içeriden kaplıdır. Tek bir Varlık vardır ‘O’da saf Bilinç’ten başkası değildir. Kendi Gerçek’ini, her yerde ve her şeyde, başlangıcı olmayan ve sonsuz, sayesinde geri kalan her şeye de sebep olan o sebepsiz sebebi bilen dolayısıyla geri kalan her şeyi de bilmiş olur. Sokrates’in Delphi tapınağının kapısındaki bilgeliği aktarışı ile “Kendini bilen Tanrılarını bilir” ya da Tasavvuf’un diliyle “Kendini bilen Rabb’ini bilir”. Gītā’ya göre ise “Kendini (Benlik’i) tüm varlıklarda ve tüm Varlıkları da kendinde (Benlik’te) gören” (6. 29) bilge kişidir.
Kendini-bilmek, tüm nesnelerin, değişkenlerin, deneyimlenenlerin ardından tüm nesnelere, değişkenlere ve deneyimlenenlere varlık verenin kim olduğunu aramak, keşfetmektir. Değişkenlerin ardında değişmez, nesnelerin ardında ise nesneye nesnellik atfeden saf Özne’ye ulaşmaktır. Saf Özne, Bakan/Gören Gītā’nın deyişiyle “Deneyimleyen/Gören” ya da “bedeni-bilen” (kşetrājña) yani Gerçek Benlik ya da kendilik işte bundan başkası değildir. Nesne ancak ve ancak bir özne varsa mevcudiyet bulabilir. Gölge ancak ve ancak ışık varsa ortaya çıkabilir. Evren, Yaratılış ya da Madde ancak ve ancak tüm Madde’yi deneyime, tezahüre sokan Bilinç varsa mevcudiyete gelebilir. İşte O, zaten Yaratılmış olan her şeyin de zaten her bir zerresindedir. Tıpkı tüm çömlek, testi vb. parçaların topraktan başka bir şey olmaması gibi.
Sebebi kendinden menkul, mevcudiyeti başka bir şey ile tanımlanamayan, mutlak, değişmez, sabit, varlığı kendinin ispatı olanı aramak Hakikat’i aramaktır. Hakikat tüm zamanlar ve mekanlarda değişmeyenin ismidir. Hak, “Gerçek” demek iken Hakk “sebebi kendinde saklı” olandır. Saf Varlık tek Gerçek’tir. Dolayısıyla Nihai Gerçek saf Varlık’tır yani Sat. Gerçeklik ise yani Satya, Sat, Varlık’tan gelir. Sat, Varlığı kendinden menkul olan, saf Varlık, başka bir şeye bağımlı olmadan var olandır. Satya, Gerçek ise onun mertebesidir. Buna karşılık mithyā, sebebi başka şeye bağımlı olarak ortaya çıkandır, görecelidir, bağımlıdır. Yani maya, Evren ya da Madde. Dolayısıyla tüm Yaratılış, bir yanılsamadır, ancak bu “yoktur” anlamında değildir. Yaratılış, varlığını başka bir ilkeye muhtaç olarak ortaya koyduğu için bağımlı bir gerçekliktir. Tıpkı gölge ile ışık arasındaki ilişki gibi…
Her ne kadar öğretiler farklı diller kullansalar da aslında insan zihni her zaman gördüklerinin ardında gördüğüne anlam ve görüntü vereni merak etmiştir. İşte bu Gerçek ya da Hakikat arayışları hep tarihte farklı diller ve yollar çizmiştir. Bhagavad Gītā’nın Brahman’ı, Tasavvuf diliyle “Değişmez Gerçek” yani Hak’tır ve “sebebi kendinde saklı olanı, varlığının ispatı başka bir yerde olmayan” Hakk’tır. Brahman, dairenin ortasındaki merkez, gölgenin ardındaki ışık hacme anlam veren uzaydır. Brahman değişkenin ardındaki değişmez, zahirinin ardındaki batın, sıfatın ardındaki Zat’tır. Niteliklerin, sıfatların, suretlerin sayesinde mevcudiyet bulduğu saf Varlık’tır. Vardır (sat), nesnelerin bilinebilir olmasını sağlayan Bilinç’tir (çit) ve sınırsız, koşulsuz, engin, ebedi Tamlık, Bütünlük, Saadet’tir (ānanda).
Gītā, işte Vedānta’nın ya da Tasavvuf’un da ortaklaştığı bu Hikmeti bize sunar. Ancak bunun bilinmesine rağmen deneyim ve idrak olarak gelmesi için yol ve yöntemi de bize aktarır. Sofu (bilgili kişi) olmak ile İrfan (bilge kişi) sahibi olmak arasında fark vardır. İrfan ancak ve ancak özümsenmiş bilgidir. Tasavvuf “kal ilmi değil hal ilmidir” der ustalar. Benzer şekilde Bhagavad Gītā’da Krişna Arjuna’ya tüm bildiği teorik bilgilerin yanı sıra bu öğretinin hal ilmi olması için gerekli yolu anlatır, Arjuna bilgiyi idrak etmek için “eyleme” muhtaçtır. Arjuna ise bunu anlamaz ve sorar: “Eğer ki Varlık nitelikten, değişimden azade ise ve Benlik nihayetinde ondan başkası değilse o zaman bu Dünya’da var olmanın, eylemde olmanın anlamı ne? Tüm bu eylemlerin hepsi boş ve anlamsız değil mi?” Gītā, tevhid’in yani yoga’nın eylemde marifet ile gelebileceğini anlatır. Doğru eylemi icra etmenin ilmine erenler zaten ayrıksı ve kısıtlı benlikten, isimden ve biçimden azade olmuşlardır. Sıfatlık’tan Zat mertebesine yolculuk etmiştirler. ‘“Ben” ve “benim” demeden eylemin sonuçlarına tutunmadan ayağa kalk ve savaş Arjuna’ der Krişna. Yoga karmāsu kauśalam, “Eylemde marifet “karma-yoga’dır” (2.50). Karma Yoga, eylem ile özgürleşmenin yoludur. Zihni saflaştıran, arındıran ve Hakikatin bilgisini idrak edebilecek hale getiren hazırlıktır. Nasıl ki bir tohum ekildiğinde filiz vermesi için toprağın sürülmesi, beslenmesi gerekir, bilginin tohumu ekildiğinde de aynı şekilde bunu idrak edebilecek saf ve temiz bir zihin gerekir. Öfke, korku, arzu, kıskançlık, mülkiyet, benlik tutunmaları ile “hoşlandım-hoşlanmadım, güzel-çirkin” diyen bir zihnin Mutlak’ın bilgisini idrak etmesi imkansızdır. Dolayısıyla karma yoga, hal ilmi olması için yolcunun öncül yoludur. Ayrıksı, göreceli ve tekil benlik ile özdeşlik kurulan her eylem kişiyi eylemin sonucuna bağlar. Sonucu ile bağlayan her eylem ise bitmek bilmez bir etki-tepki döngüsüne sokar. Sonuçlar yeni eylemler doğurur, eylemler ise yeni sonuçlar… İşte bu karma’dır, yani eylemin eyleyen ve sonucunu biçen olarak bir kısıtlı, ayrıksı benlik özdeşliğine tutunması ve burada takılıp kalması. Ancak kişi benlik özdeşliğini isim, biçim, sıfat, tanımdan çeker saf Özne’ye Zat’a yerleştirebilirse işte o zaman Eylemleri ile esarete düşmez. Ortada eylemi yapan yoksa “sonuçları alan” nasıl olsun? Karma Yoga, fenafillah mertebesine doğru giden seyru süluktur. Nihayeti ise bekabillah, ebedi Var-Oluş’tur yani Jnana Yoga. “Ben” tanımlarını ve tutunmalarını eritmeden, sınırlarını şeffaflaştırmadan kişinin genişlemesi, enginleşmesi, büyümesi, her şeyi Benlik’in içinde dahil etmesi mümkün değildir. Brahman kelime anlamı ile brh kökünden gelir, “büyümektir”, en geniş, en dahil edici, en kapsayıcı olandır. Dolayısıyla isim ve sıfat ile tanımlanamayandır, çünkü her sıfat her zaman sınırlıdır, işte bu nedenle O, dilin ötesinde olandır, bilinemeyendir yani Gayb’dır.
Nasıl ki tüm yaratılış ancak bir bilinmezlik iken “bilinmek istemekle” başlamışsa Brahman da (ya da Bhagavad Gītā’da yer yer geçen bir başka ismi ile Puruşa da) tezahür edişi ile yani nüzul etmesi ile “bilinir” ve “görünür” olur. İşte o zaman ismi, Evren, Yaratılış, Alem yani Prakriti olur. Kendisini titreşimin en soyutundan en somutuna katman, katman genişleterek nüzul eder. İlk ortaya çıkışı saf titreşimdir, nefestir, Om’dur, Hu’dur. Ve ardından somutlaşmasıyla galaksilerden, gezegenlere, canlı cansız Alem olarak biçim ve suretler olarak tezahür eder.
Bhagavad Gītā’nın 10. Bölümü Vibhuti Yoga, “Mutlak’ın Görkemleri” işte bunu anlatır. Yaratılış’ın her zerresi O’ndan başkası değildir, “Gör benim görkemleri Arjuna” der Krişna, “Yaradan’ı severim Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus Emre gibi… Çünkü her Yaratılan Yaradan’ın suretinden başkası değildir. Ancak hem her şey O’nun bir sureti iken O aynı zamanda her birine de kıyaslanmayacak nitelikte ve dahiliyettedir. İşte bu ise “Evrensel-Biçimidir”. Evrensel-Biçim, tüm yaratımı tek bir seferde görmek, bir anda Varoluşu seyreylemek gibidir. 11. Bölüm’de Viśvarupa Darśana, “Evrensel Biçimin Görüsü’nde” Krişna bu Mutlak formunu Arjuna’nın gözleri önüne serer. Arjuna gördüğü ile dehşete düşer, gözleri bu görüntüyü kaldıramaz, zihni idrak edemez. “…bana huzur yok artık, dehşet içerisindeyim. Tüm Yaratılışı içerisinde barındıran, saklayan Sen, lütfen olduğun haline geri dön.” (11.25) diye yalvarır. O her ne kadar her şeyin içinde ve kendinde, İbn-i Arabi’nin deyişle “teşbihte” olsa da aynı zamanda her şeyin de ötesindedir, “tenzihtedir”. Tüm damlaların okyanus olduğunu bilmek teşbih ya da vibhuti, O’nun görkemlerdir, tüm damlaların okyanusta olduğunu bilmek ise tenzihtir ya da viśvarupa darśana, evrensel biçimdir.
Benlik’in kendini önce küçüklüğünde bilmesi ise o enginliğe genişlemesi için öncül gerektir. İşte bu uğurda Aşk ve Adanma en kuvvetli yoldur. Bhakti, Adanma, Teslimiyet ya da koşulsuz İlahi Aşk her yer de ve her şeyde Bir’in suretini görmektir. Tüm kalbi O’na yöneltmek, Tüm zihni O’na çevirmektir. Aşk’ın nihayeti ise mutlak bilgi, irfan, jñāna yani idrak olacaktır. Bir pervanenin ateşin ne olduğunu bilmesi için önce yana yakıla ona yakın olmaya çalışması ve en sonunda ise kendisini ateşe atarak ateşin ta kendisi olmasıdır. Aşk’tan Bilgi’ye, arayanın aradığından başkası olmadığını keşfine giden yol, bhakti’den jñāna’ya uzanan yoldur.
İşte Bhagavad Gītā, “Tanrı’nın Şarkısı”, tüm enstrümanların tekil bireyselliklerinden bir senfoniye, bir şarkıya dönüşmelerini yani bireysel/cüz-i iradenin, Mutlak/külli iradeye nasıl varacağının haritasıdır. Dil, din, zaman, mekan, isim, biçim ayırt etmeden “Ben kimim?” diye soran anlam arayan insan olmaya niyetli herkese rehber olabilecek evrensellikte bir kitaptır. İnsanlığın, Doğru Yaşamın, Adaletin, Doğru Eylemin ve Nihai Özgürleşmenin anahtarıdır. Dilerim her birimiz bu engin bilgeliğin pınarından tadarak bir nebze de olsa susuzluğumuzu giderir ve Arjuna gibi nihayetinde “Artık yanılgım yok oldu” diyebiliriz. Krişna’nın deyişiyle “Kederlenmeyi gerektirmeyen şeyler için kederlenmekteyiz çünkü bilgeler ne gidenler ne de gidecek olanlar için kederlenmez. (2.11)” Kendini daimî, değişmez, her zaman ve her yerde olan nihai Benlik ile bir bildiğinde kişi aradığı her şeyi içinde taşıdığını bilir ve “O’nu ne silahlar öldürebilir ne ateş yakabilir. Onu ne su ıslatabilir (ya da boğabilir) ne de rüzgâr kurutabilir.” (2.23) Kendini bilmiş, Hakikate ermiş kişi bir okyanus gibidir, her zaman kendi içerisinde tam ve bütün. Ne okyanusa akan yağmurlarla okyanus çoğalır ne de ona akan ırmaklar kuruduğunda azalır. Okyanus her zaman okyanustur, kendi içinde “dalgasız ve dolu, dolu bir okyanus” … (2.70)
Krişna kitap sona ererken Arjuna’nın “Lütfunla yanılgım ortadan kalktı. Kendimi, Gerçek Benlik’imi bildim” (2.73) cümlesi üzerine şöyle der “Seninle aramızda geçen, dharma’ya uyumlu olan bu konuşmamızı her kim ki çalışır, ya da kendi kendine tekrarlar (söyler, okur) bil ki orada bana Bilgi suretinde aşk, adanma, teslimiyet vardır.” Dilerim bu kitap, her birimize Kendimize varmak adına Bilgi suretinde bir çalışma, aşk, adanma, teslimiyet aracı olur. Çünkü Sañjaya’nın da son cümlesi ile “Her nerede bir Krişna ve her nerede bir Arjuna var olursa işte orada bolluk, bereket, zafer, adalet ve aydınlık olacaktır…” (2.78) İşte Gītā’nın öğretisi budur.