Yazan: Swami Dayananda, Çeviren: K. Oya Paker
Kurumlar çalışanlarının kurumun vizyonuna olan bağlılığı ve adanmışlığı sayesinde yükselir. Kurum oluşturan tek bir kişi değildir. Bir tek kişi bir vizyona sahip olabilir, belki liderlik yapabilir ama kurumu asıl oluşturan insanlardır. Benzer şekilde, gerçeği konuşacak okulu kurumsallaştıranlar okuldaki öğrenciler değildir. Kurumu oluşturanlar öğretmenlerdir. Her zaman bir Gurukula1 vardı fakat hiçbir zaman bir Vidyarthikula2 olmadı. Öğretmenlerin kalibresi bir öğrencinin öğrenme sürecinde fark yaratır. Her zaman bir insanı iyi bir öğretmen yapan birkaç şey bulurum. Ben kendim eğitimli bir öğretmen değilim ve hiçbir zaman öğretmen yetiştiren bir okula gitmedim. Vedanta3 öğretimi için böyle bir okul yok, yine de ben bir öğretmenim. Kendimi öğretme yolunda bir öğretmen olarak buldum ve bu süreçte birkaç öğretmenin ortaya çıkmasından da sorumluyum.
Öğretmenliğin bir meslek olduğu kanaatinde değilim. Meslekler arasında öğretmenlik mesleğinin en asil meslek olduğunu sık sık duydum. Bazı meslekler vardır, o mesleği icra eden profesyoneller müşteri kitlelerinin üzerinde söz sahibidir. Eğer öğretmenseniz ve profesyonelseniz o zaman bir müşteri grubunuz olmalı. Öğretmenin müşterileri kesinlikle öğrenciler olacaktır ama “müşteri” olduklarında artık onlara öğrenci diyemezsiniz. Bu bakıştan ‘sınıfımda kırk müşterim var’ diyemeseniz de onlar müşteridir. Özel ders veriyor olsanız bile sizden ders ve yardım alanlara müşteri diyemezsiniz. Bunun kıymetini iyi bilmelisiniz. Bir avukat ya da doktorun müşterisi vardır. Bir doktora gelen hastalar, dosyaları onda olduğu sürece kendisinin müşterisidir. Doktorlar hizmet satar. Hatta bir astroloğun da müşterileri olduğu vardır.
Bunların hepsi meslektir. Her biri, bir bedel karşılığında kendi uzmanlığını bu uzmanlığı talep eden kişiye sunar. Anne ya da baba olduğunuzda, anne ve çocuk ya da baba ve çocuk arasında bir ilişki vardır. Bir profesyonel ile bir müşteri arasında da bir ilişki vardır ancak bu ilişki parasal bir ödeme ile kurulur. Bu nedenle de müşteri her zaman profesyoneli değiştirebilir ve profesyonel de müşteriden daha fazlasını talep edebilir. ‘Size hizmet veremem’ diyebilir çünkü bu ilişki para karşılığı kurulmuştur. İlişki budur. Aslında müşteriler bu ilişkiyi severler. Bugünlerde sporcular bile profesyonelleşti ve kendilerini ‘Profesyonel bir kriket oyuncusuyum’ ya da ‘Profesyonel bir tenis oyuncusuyum’ şeklinde ifade ediyorlar.
Bir annenin çocuğuyla ilişkisinde, onun annesi olmasından başka herhangi bir neden yoktur. Bu, kan bağı ya da seçim yoluyla kurulan bir ilişkidir, anne bir çocuk yetiştirmeyi seçmiştir. Biyolojik anne olmasa bile anne rolünü oynar. Bu ilişki belirli bir özen, şefkat ve sevgi anlamına gelir. Kimse anneyi değiştiremez ve ‘Annem eskidi, modası geçti, modern değil, o bir köylü ve ben modern bir annem olsun istiyorum’ diyemez. Gazeteye ‘Anne Aranıyor. Şu ve şu niteliklere sahip yeni bir anne istiyorum’ diye ilan veremez. Bu mümkün değildir çünkü “annelik” bir profesyonel değildir.
Karı koca ilişkisi bile para sayesinde gerçekleşmez. Bir ev hanımı atayamazsınız. ‘Aranıyor. Ev Hanımı Aranıyor’, bu şekilde ilan veremezsiniz. Bugünlerde bir hanımefendiye ‘Ne iş yapıyorsun? dediğimde, “Swami Ji, sadece bir ev hanımıyım” diyor. Cevap ‘Ev hanımıyım’ değil, ‘Sadece bir ev hanımıyım’ oluyor. Belli bir özür dileme tavrı var. Diyelim ki bu hanım bir işe girdi ve sonuç olarak evin işleri bir başkası tarafından yapılacak, o zaman bir hizmetçinin olması gerekir. Her zaman bir hizmetçi atayabilirsiniz ama asla bir ev kadını atayamazsınız. Ev kadını olmak bir bağlılık içerir ve bu nedenle profesyonel eşler, kocalar, anneler, kızlar ya da oğullar olmaz, olamaz. Aynı şekilde, sanırım ne profesyonel öğretmen ne de profesyonel öğrenciden söz edemeyiz. Öğretmen-öğrenci ilişkisi belli bir kabulden doğar. Bu rolü kabul edersiniz ve öğretmen olursunuz.
Batı’da seyahat ettiğimde bana sık sık “Guru musunuz?” diye sorarlar. Nasıl cevap vermem gerekiyor? Bir guruyum diyemem. Ben sadece öğrenciler için guruyum ve genel bir “guru” diye bir şey yok. Jagadguru, “evrensel-guru” diye bir şey yoktur çünkü bir guru olmak “ilişkiye” dayanır. Eğer biri ‘Sen benim öğretmenimsin’ derse, o zaman ben onun için bir öğretmenimdir. O zamana kadar ise değilim.
‘Ben bir Swami’yim’ diyebilirsiniz.
“Sen bir sannyasi4 misin?
“Evet”.
Ama bana “Sen bir guru musun?” diye soramazsınız.
Eğer benim sisya’m yani “öğrencim” iseniz, ben guru’yum. Ormandaki sürgün döneminde, Krsna birkaç yıl boyunca ve pek çok vesileyle Arjuna’yla birlikte oldu ama Arjuna Krsna’ya asla guru’m demedi ya da kendisinden bir sisya (öğrenci)olarak bahsetmedi. Belki de Krsna’yı bir arkadaş, filozof ve rehber olarak gördü. Savaş alanında kendi halkını öldürmeyi düşünemediğinde, Arjuna kendini bir sisya‘ya dönüştürdü ve tavrını değiştirdi. Sisya, yogya olan yani en azından kendisine göre bir sisya olmaya “yeterli nitelikleri” olan kişi anlamına gelir. Arjuna kendisinin öğretilmeye uygun olduğunu ve bunu hak ettiğini düşünür, bu yüzden de kendisini sisya olarak adlandırır. Şimdi bu hiç de tek taraflı değildir.
Bu, ‘Ünlü bir film yıldızı aktrisle evlenmemin yüzde ellisine karar verildi’ demek gibi bir şey olur.
Arkadaşın sorar, ‘Ne! Nasıl? Onunla konuştun mu?’
“Hayır.
“Telefon ettin mi?
“Hayır.
“Oh! Ona e-posta gönderdin mi?
‘Hayır ama onunla evlenmeye karar verdim. Evlenmek için iki kişi gerekir, bu yüzden evliliğin yüzde ellisinin tamamlandığına ve diğer yüzde ellisinin henüz tamamlanmadığına karar verdim’.
Arjuna ‘Ben senin śiṣya’nım’ dedi, yani yüzde elli bitti ama kişi sadece bir guruya bağlı olarak, bir gurunun olması durumunda sisya’dır. Gurunun kabul etmesi zorunludur. İlah Krsna onu bir sisya olarak kabul etti ve ona öğretti, dolayısıyla Krsna da ancak Arjuna onu öğretmeni olarak gördüğünde bir guru oldu.
Bu çok önemli bir gerçeği ortaya koyar, hiçbir öğretmen kendi başına bir öğretmen değildir. Öğretmen, öğretmek için belirli bir kapasiteye veya eğitime sahip olan kişidir. Eğitimin kendisi size öğretme becerisi kazandırmaz ve öğretmeyi seven bir kalbe sahip olmanızı kesinlikle sağlayamaz. Öğretme kalbi, becerisi ya da kabiliyeti olmayan pek çok eğitimli insan vardır. Öğrenciye öğretmek için gereken bağlılığa sahip değillerdir. Bu tıpkı dördüncü çocuğu yetiştirirken sürekli olarak ‘Seni hiç istemedim. Seni hiç istemedim ama yine de geldin’ demek gibidir. Bu, bir annenin bir çocuğa yapabileceği en kötü şeydir. Bu ifade sadece bir kez söylenmiş bile olsa çocuk hayatı boyunca bu şekilde hissedecektir. Bir kez bile ‘Seni hiç istemedim’ demek yeterlidir. Üstelik bu anne olmak değildir. Bir çocuğunuz olduğunda bu size verilmiş bir lütuftur ve dört ya da beş olması hiçbir şeyi değiştirmez. Bir çocuğunuz daha olduğu için sevginiz ve özenli ilginiz bölünmeyecektir. Bunlar her zaman tam ve eksiksizdir. Sevgi ve özenli ilgi anneyi anne, çocuğu da anneye saygı duyan bir çocuk yapar. Aynı şekilde, bir öğretmen de sadece belli bir bağlılık ve taahhütle öğretmen olur.
Taahhüt size aittir ve bu bir seçimdir. Öğretmen rolünü üstlenmek zorunda değilsiniz. Ama bir kez öğretmen rolünü üstlendiğinizde, o rolü oynamak zorundasınız. Sözgelimi anne olduğunuzda, artık ‘anne rolünü oynamak istemiyorum’ diyemezsiniz. ‘Oğul ya da kız rolünü oynamak istemiyorum’ da diyemezsiniz. Bu ifadeyi kullanamazsınız çünkü ortada bir seçim söz konusu değildir. Bazı rollerle ilgili olarak hiçbir seçeneğiniz yoktur. Öte yandan, koca ya da eş rolünü oynamanız gerekmez. Sizin için öylesi daha iyiyse bekar kalabilirsiniz, bu sizin seçiminizdir. Öğretmen rolü de seçime bağlıdır. Öğretmen olabilirsiniz, ama zorunda da değilsiniz. Ancak, öğretmen rolünü üstlendikten sonra, sizinle bağlantılı biri vardır çünkü bir öğrenciye bağlı olmadan öğretmen olamazsınız. Bir kuruma bağlı olsanız bile öğretmen değilsinizdir. Yalnızca öğrenciye bağlı olduğunuzda bir öğretmensinizdir ve çok kutsal bir rol oynarsınız. Çocuk size öğretmeni olarak bakar. Şöyle diyebilirsiniz: ‘Hayır! Bu çocuklar beni saymıyor. Tavana (havalara) bakıyorlar. Sadece beni eleştiriyorlar’. Bunların hepsi doğru olabilir. Yine de size bakmaları ve saygı duymaları beklenir. Öğretmen bir şeyler öğretirken, öğrettikleri sıkıcı değilse, öğrenci neden tavana baksın? Bazı öğrencilerin arka plan da dahil olmak üzere belirli sorunları olabilir. Bu öğretmenin her zaman yetersiz olduğu anlamına gelmez; öğrenciler her biri gerçekten öğrenmek istese de bazen hata öğrencilerdedir.
Hiçbir zaman bir çocuğun öğrenme kabiliyeti olmadığını söyleyemeyiz. Çocuğun zihni üzerine siz bilgiyi eklemezsiniz. Öğrenme böyle olmaz. Bir bilgi üstyapısı oluşturarak bunu öğrencinin ya da çocuğun zihnindeki levhaların üstüne oturtamazsınız. Bilgi cahilin zihni üzerine bindirilirse, cehalet ve bilgi bir arada var olacaktır. Birlikte yaşayacaklardır çünkü zemin cahildir ve siz bunun üzerinde bilgi yaratıyor olacaksınız. Cehalet ve bilgi nasıl aynı yerde olabilir? Bilgi ve cehalet ışık ve karanlık gibi birbirine zıttır, öyleyse bilgi uyandığında cehalet gider. Bu yüzden gerçekte bilgi yaratmıyor, yalnızca cehaleti ortadan kaldırıyorsunuz. Bu bizim sastra’mızda5 ve aynı zamanda bir öğretmenin tutumunda son derece önemli bir şeydir; çok önemli rolü olan olgusal bir gerçektir.
Eğer bir öğretmen kendini ‘Ben bilgi yaratmıyorum. Sadece cehaleti ortadan kaldırmaya çalışıyorum’ şeklinde kabul ederse, çocuğu ‘Sen cahilsin, sen aptalsın.’ diyerek kınayamaz. Bunu hiçbir yolla yapamaz çünkü öğretmenin görevi cehaleti ortadan kaldırmaktır. Diyelim ki şöyle diyorum: ‘Bu kişinin cehaletini ortadan kaldırmakta zorlanıyorum. Diğer kişinin cehaletini gidermek belli ki kolay ama bu kişinin cehaletini gidermek zor.’ Belki benim işim biraz daha zorlaşır. Sadece cehaleti ortadan kaldırdığım için, çocuğu öğrenme yeteneğinden yoksun olmakla kınayamam. Çocuğu kınayamadığımdan olsa olsa öğretemediğim için kendimi kınamış olurum. Bunu yapmama da gerek yok. Bu sadece güçlükle mücadeleye girişmek olur ama buna bir tür yaratıcı zorluk olarak bakmak mümkün. İnsanlar neden dağların zirvelerine tırmanır ve risk alır? Zirve yapmak için günlerce dağa tırmanır. Günler yürümekle, düşmekle ve benzeri şeylerle geçer, sadece on dakikalığına zirveye çıkıp tekrar aşağı inmek için. Bu ne demek oluyor? En azından orada kalsalar sorun yok ama orada kalmıyorlar. Geri dönüyorlar. Bu onlar için bir macera.
Öğretme işi yaratıcı bir maceradır. Eğer öğrenci bir şeyi anlamakta zorlanıyorsa ve siz de ‘Ben öğretmen rolü oynuyorum. Kendimi öğrenciye adadım’ gibi bir tutumunuz varsa, o zaman araya başka hiçbir düşünce girmez. Bu para için değildir. Güç için değildir. Kontrol için değildir. Kontrol bir diğer sorundur çünkü pek çok insan için sevgi, kontrol anlamına geliyor. İnsanlar için ‘Seni seviyorum’ demek, ‘Lütfen otur ve yerinden kalkma. O tarafa ya da bu tarafa bakma çünkü seni seviyorum’ demektir. Sevgi sıklıkla kontrol ile eş tutulmaktadır. Dahası, eğer çocuklar itaat etmiyorlarsa, ebeveynler sırf itaat etmedikleri için çocukları tarafından sevilmediklerini düşünürler. Bizim için sevgi ve kontrol özdeştir. Bu çok büyük bir meseledir. Evliliklerin çoğu, sevgi ile kontrol birbirinden ayırt edilmediği için zora düşer. Benim ilgilendiğim şey ise çocuğun kontrolü değil. Ben çocuğun kendisini kontrol edebilmesini anlamasını sağlamaya çalışıyorum. Öğretme budur.
Dolayısıyla öğretmen ve öğrenci arasında bir ilişki vardır ve bu bir seçim ilişkisidir. Belirli bir zamanda bir kişi, öğretmen rolünü oynamayı seçer. Eski günlerde bir kişi öğretmen olduğunda, bir Gurukula işlettiğini beyan eder, bunu duyan öğrenciler farklı yerlerden gelirdi. Günümüzde ise sınıfları olan bir okulunuz var; öğretmenler içeride kalırken öğrenciler sınıfa girip çıkıyor. Benzer bir sistem daha eski Gurukulalar’da da vardı. Öğrenciler gelir, belli bir süre eğitim görür ve giderlerdi. Sonra başka bir grup öğrenci gelirdi. Bu hep böyleydi; öğretmenler öğrencilerin ilerlemesine yardımcı olmak üzere orada kalırdı. Bu sistemde seçim sizin. Öğretmen olmayı seçmeniz, bir çocuğun hayatında öğretmen rolünü oynamayı seçmeniz demektir.
Derslerimde asla bir sınıfa hitap etmiyorum. Burada Samasti, yani “ortak hitap” yoktur. İnsanları davet ettiğimizde samasti-bhojan yaparız ve “hep birlikte yemek yeriz”. Samasti-bhojan’ı gözlemlediğimde herkesin yemeğini bireysel olarak yediğini görüyorum. Bu Samasti-bhojan değildir. Yani burada söz konusu olan, bir kişi besleniyor ve herkes beslenmiş oluyor değildir. Böyle bir şey yok. Benzer şekilde bir derslik vardır ama bir “sınıf” yoktur. Sadece ilişkide olduğunuz öğrenciler vardır. Mesleki olarak değil, daha ziyade kalp ve bir bağ ile ilişkilisinizdir. Her bir öğrenci sizinle ilişkide ve siz bu çocuğun hayatında çok önemli bir rol oynuyorsunuz. Sınıfınızda otuz öğrenci varsa, otuz kişiyle ilişki kuruyorsunuz demektir. İnsan bu şekilde ilişki kurmalıdır. Ben bunu yapıyorum ve işe yarıyor. Bireysel olarak ilişki kurmanız her zaman işe yarar. Bir “sınıfla” ise ilişki kuramazsınız. Hep tekillerle, bireylerle ilişki kurabiliriz. Ben hep böyle yapıyorum ve gerçekten işe yarıyor. “Öğretmenlik” rolü bir sınıfla ilişkiniz olduğu anlamına gelmiyor, tek tek bireylerle ilişkiniz olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla, sorumluluğunuz aslında son derece açık.
Sorumluluk, bir otorite tarafından ‘Bunlar sizin sorumluluklarınızdır’ şeklinde ifade edilebilir. Size verilen iş budur ve bu sorumluluğu yerine getirmeniz gerekmektedir. Öte yandan, bir öğretmen için bu tür bir sorumluluk söz konusu değildir. Öğretmen öğrenci ilişkisinde öğretmen için bir taahhüt vardır. Eğer varsa, sorumluluk “öğretmektir” ama öğretmek gerçekten bir sorumluluk olarak kabul edilebilir mi? Ben bunu bir sorumluluk olarak görmüyorum. Çocuğunuzu yetiştirirken bunu bir sorumluluk olarak görmezsiniz. Bu sizin sevginizdir ve sevgi birileri tarafından verilen bir şey değildir. Bunu size bir otorite vermemiştir. Sevginiz, ilginiz ve şefkatiniz sizi çocuğa bağlı tutar ve herhangi bir zamanda yapılması gerekeni yapmanızı sağlar. Benzer şekilde, kendinizi öğretmen olarak görüldüğünüz veya öğretmen rolünü benimsediğiniz bir durumda bulduğunuzda, rolünüzün ne olduğu çok açıktır. Bir rolün olduğu her yerde bir senaryo da olacaktır ve bu örnekte senaryo çok açıktır. Öğrenci önünüzdedir ve sizin öğrencinin aradığı şeyi görmesini sağlamanız gerekir. Sizin işiniz bu ve aynı zamanda, bu bir iş değil. Bu çok yaratıcı bir çalışmadır. Bu öğrencilerle birlikte çalışmaktır. Öğrencilerle çalıştığınızda, öğretmen rolünü oynadığınızda, parayla satın alınamayacak belirli bir tatmin vardır. Bu öğretmenin tatminidir. Söylediğiniz bir şeyi net bir şekilde anladığında bir çocuğun gözlerinde gördüğünüz o ışıltı, kazandığınız ücrettir. Görüyorsunuz, öğretiyor olmanın kendisi bir ödüldür.
Öğretmenin de yaşaması gereken bir kendi hayatı vardır. Bir annedir ve kendi çocukları da üniversiteye ya da okula gitmektedir. Ödemesi gereken kirası ve faturaları vardır; bu da kurum tarafından halledilmesi gereken başka bir husustur. O çocuklarla ilgilenir ve kurumun da olası kendi sınırlamaları içinde kendisiyle ilgilenmesine izin verir. Tüm durumu bu şekilde değerlendirmeliyiz. Bu çok önemli ve ben bunu her yerde, her okulda söylerim çünkü ben bir öğretmenim. Dünya üzerinde hiç kimse paylaştığınız herhangi bir Vidya, bir “bilginin” size karşılığını veremez. Sizin ödemeniz, anlamanın ardından bir öğrencinin gözlerindeki sevinç ışıltısıdır. Bir öğretmen her zaman öğretmen olarak parlar. Yıllar sonra eski öğrencilerinizden bazılarıyla karşılaşabilirsiniz. Dünyanın her yerinde olurlar, bazıları Meksika’da, bazıları New Mexico’da fakat nerede olurlarsa olsunlar onlarla bir yerde karşılaştığınızda ve size nasıl baktıklarını ya da hakkınızda ne düşündüklerini gördüğünüzde, belli bir memnuniyet, tatmin yaşarsınız. Onlarda bir sevgi, belli bir saygı ve duygusal yakınlık görürsünüz ve insanın ihtiyacı olan tek ödeme de budur.
Dolayısıyla hiç kimse tarafından satın alınamayacağınızı kabul etmelisiniz. Hiçbir eş, koca, anne, erkek ya da kız kardeş satın alınamaz çünkü bunlar bir ilişkiye dayanır. Dahası bir öğretmen de bir ilişkiye dayalı var olur ve bu oluş satın alınamaz. Bu gerçeği bir kez anladığınızda, sorumluluklarınız çok belirgin hale gelir. Kimse size müfredat vs. hakkında bilgilendirme dışında bir şey söylemek zorunda değildir. Bu, uygulanması gereken bir müfredat, öngörülmüş bir yöntem ve işlenmesi gereken çok sayıda ders olmasına rağmen gayet açık bir senaryoya dayalı oynanmak zorunda olan bir roldür. Bunların hepsi yapılması gereken rutinlerdir ve senaryonun bir parçasıdırlar. Ancak asıl rol, çocuğun sizin gördüğünüzü görmesini sağlamaktır. Bir kişi bir konuşmamı dinledikten sonra bana geldi ve “Swamiji, senin gördüğünü benim de görmemi sağlayabilir misin? Senin bildiklerini benim de bilmemi sağlayabilir misin?” diye sordu. Ben de dedim ki: “Her zaman yapmaya çalıştığım şey bu fakat görmeni sağlayıp sağlayamayacağımı bilmiyorum, sadece denemeye devam ediyorum.” İşte olması gereken budur ve öğrenci de öğretmene bu şekilde yaklaşmalıdır.
Her rolde, belirli görevler ve hesap verebilirlik olduğunu görürsünüz. Kişi yapması gerekenleri yapmak ve bunların hesabını vermekten mükelleftir, dolayısıyla kuruma karşı yükümlüdür, ebeveynlere karşı yükümlüdür ve topluma karşı da yükümlüdür. Ayrıca kendinize karşı da yükümlüsünüz ve işinizi iyi yaptığınızı düşünmelisiniz. Eve geldiğinizde suçluluk duygusu ya da ‘Ben kötüyüm.’ düşüncesi olmamalıdır. Dolayısıyla öğrenciye olan taahhüttünüz, öğretmeye hazır olduğunuz anlamına gelir. Öğrettiğiniz konu hakkındaki bilginiz eksiksiz olmalıdır.
Anlamadığınız bir şeyi bilen birine sormanızda hiçbir sakınca yoktur. Her ne kadar öğretmenlerin kendi aralarında bu çok zor olsa da sürekli olan sorun “Benim hakkımda ne düşünecekler?” sorusudur. Onlar sizin dürüst olduğunuzu düşüneceklerdir, hepsi bu ama siz ‘Benim sersem olduğumu düşünebilirler’ diyorsunuz. Ancak ve ancak konuyu olması gerektiği gibi öğretmediğinizde böyle bir şey düşüneceklerdir ve öğrenciler de aynı şekilde hissedeceklerdir. Bu nedenle dersi düzgün bir şekilde hazırlamakta fayda var. Bir konuda hem bilgisiz olup hem de onu öğretemezsiniz, bu doğru değildir. Derslerinizle ilgili olarak titiz olun çünkü ne kadar titiz, eksiksiz ve kendinden emin olursanız, öğrenciler sizi sevecektir. Öğrenciler anlattıklarında net olan öğretmeni dinlemeyi sever; her öğrenci için bu aynıdır. Konunuzla ne kadar eksiksiz olursanız, siz ve öğrencileriniz o kadar memnun olursunuz. Yani kendinizden yükümlüsünüz. Durum budur. Bir öğretmen rolünü oynuyorsunuz ve işinizi iyi yapıyorsunuz. Aslında bu bir iş değildir, manevi bir haz, keyiftir.
Bir öğretmenin yükümlülüğünün bu olduğunu düşünüyorum. Tabii ki kurumu hepiniz oluşturuyorsunuz. Kurumun sahip olduğu onur ve saygı da sizin hakkınız, hepsi size ait. Çeşitli başarıların yanı sıra sınırlamalar da size ve sizin aracılığınızla öğrencilere aittir. Öğrencilerin başarısı hiçbir şeydir; gerçekte konuşan sizin başarınızdır. İşte bu yüzden diyorum ki öğretim kurumları aslında sadece içindeki öğretmenlerden ibarettir. Orada öğretmenlerden daha gerçek başka hiçbir şey yoktur.
1 Gurukula: Guru + kula Sanskrit kelimelerinden oluşur. Guru, öğretmen, Kula, aile/ev anlamında gelir. Böylece Usta-Çırak şeklinde bir öğretmenin ailesi, evi altında bir yaşam biçimi dahilinde öğrenimi kast eder. Hindistan’ın ve pek çok kadim medeniyetlerin eski zamanlardaki öğrenme şeklidir. Modern zamanlardaki eğitim sistemi gibi yaşam biçimi ile alınan bilgi birbirinden ayrı değildir.
2 Vidyartha: Kurum anlamındadır. Böylece kurumların tek basına bir soyağacı yaratmadığını onun altındaki insanların bu devamlılığı kurduğunu belirtmektedir.
3 Hint felsefesinin temel metinlerinden Veda’ların son kısmı olan Upanişad’ların aktardığı felsefeye verilen bir diğer isim. Kendilik, Hakikat bilgisini aktarır. Benliğin tüm Varoluşla bir ve özdeş olduğunu ifade eder.
4 Sannyāsa, “terk, münzevi yaşam, keşişlik” anlamına gelir. Hint kültüründe sannyāsa alan kişilere Swami diye hitap edilir.
5 Kurallar, el kitabı (ç.n.)
K. Oya Paker