Meditasyon, kişinin zihinsel dalgalanmalarını dindirerek içerisinde var olan huzur ve farkındalık halini yeniden keşfetmesine vesile olan bir yöntemdir.
1. NEDİR?
Meditasyon, günümüz şehir yaşantısında gerekliliği ve eksikliği git gide daha çok fark edilen, dolayısıyla da zamanla daha da popülerleşen bir konu… Her hangi bir sosyal medya sayfasında ünlü üniversitelerin ünlü bilim adamlarının meditasyonun depresyonu önlediği, anksiyeteyi çözdüğü, kanser riskini azalttığına dair nasıl bulgular elde ettiğine dair yazılara, videolara, araştırmalara rastlamak artık şaşırtıcı ve yeni bir şey değil. Batı’nın psikoloji ve tıp alanındaki çözümlerinin eksikliği ve yetersizliği, yüzümüzü daha çok Doğu’ya ve onun sunduğu “alternatif” yöntemlere başvurmaya ittikçe Doğu’nun bilgeliği Batı’yı yeniden aydınlatıyor.
Ancak, bilginin bu kadar kolay ulaşılabildiği bu internet ve teknoloji çağında artık bilgi kirliliği de peşi sıra geliyor. “Meditasyon nedir” diye Google efendiye sorduğunuzda size 385.000 sonuç buluyor. Üstüne üstlük, nasıl ki artık çeşit çeşit yoga var, meditasyon için de aynı çeşitlilik mevcut: farklı türler, stiller, okullar, amaçlar… İsimleri ne olursa olsun nihayetinde antik yogik metinlerine geri dönüp, meselenin geçmişine baktığımızda, 2500 yıl öncesinin metinleri bize tek bir kelime veriyor: dhyāna.
1.1. Dhyāna
“Meditasyon” kelimesi Latince kökenli bir terim olup, meditatio, kelime manasıyla “derin düşünme, tefekkür” anlamlarına gelir. Batı felsefesinde Descartes’ın kendi bireysel sorgulamalarını tefekkür pratiği üzerinden bir yöntembilime dönüştürmesiyle modern felsefede büyük bir kırılma oluşur. Antik Yunan’daki Sokrates’in ünlü diyalogları yerine artık felsefe, monolog üzerinden ilerler. Yazar, tek başına bir odada herhangi bir mesele üzerine uzun uzun tefekkür eder ve gerçeğe ulaşır. Bu yüzdendir ki ünlü “düşünüyorum, öyleyse varım” tezinin yer aldığı 1641 yılındaki eserinin adı Meditationes de Prima Philosophia, yani “İlk Felsefe üzerine Meditasyonlar’dır”.
Ancak, Doğu’nun bize tanıttığı, tabir-i caizse dışarıdan “bağdaş kurarak, gözleri kapatıp, sessiz bekleme” halinda aslında ne “düşünmek” vardır ne de “tefekkür”. Her ne kadar makalenin devamında ve verdiğimiz derslerde “meditasyon” kelimesini bu pratik için kullanmaya devam etsek de aslında meditasyon’un ne olduğunu anlamamız için yeniden Sanskrit dilindeki orijinal haline yani dhyāna’ya dönmemiz gerekli.
Bunun için günümüzden 4000-5000 yıl önce Hindistan coğrafyasında, Indus-Sarasvatī medeniyetinin (yani Indus ve Sarasvati ırmaklarının ayırdığı bölgede yaşayan insanlar anlamına gelir) günümüze miras bıraktığı, insanlığın en eski yazılı metinlerinden sayılan Veda’lara ve devamında gelip “Bilginin Sonu’nu” simgeleyen Vedānta’yı (Veda-ante: Veda, bilgi, ante: son) oluşturan Upanişad’lara ve Yoga literatürünün mihenk taşı sayılan Patanjali’nin Yoga Sutra’larını yeniden ele almak gerek.
Dhyāna, kelimesi “dhā” kökünden gelir ve çekimli hali ile “dhi”’ye dönüşür. “Dhi” kökünün kelime anlamı “yerleştirmek, koymak’tır.” Ṛg Veda’da (Veda’ların en eskisi sayılır, “Rig” diye okunur) dhyāna kelimesine rastlanmazken, kelimenin kökü “dhi” kullanılır. Ancak, Upanişad’larda Chandogya-Upanishad ile başlayarak (7.6.1,2; 7.1; 26,1), Kaushitaki- Upanişad (3.2 3 4 6) ve Brihadaranyaka-Upanishad (4.5.6) kelimenin fiil çekimi nididhyasitavyah, Öz’ün (atman) ve “Benlik-Bilgisinin bilinir kılındığı” yöntemdir.
Kelimenin köküne tekrar dönecek olursak, dhyana içerisinde biz zihni bir yere “koyar” ya da “yerleştiririz”. Halbuki, düşünmek esnasında ise zihin bir düşünce’den diğerine “geçer”, “hareket eder”. İngilizce’deki “train of thought” terimini hatırlayın, “düşünceler treni” ya da belki de Türkçe’de kullandığımız “düşünceler zinciri” içerisinde akışkanlık, süreklilik, hareket içerir. Bir başka deyişle, meditatio’da (tefekkür, derin düşünme) hareket varken, dhyana’da sabitlik vardır.
İşte bu noktada, Yoga’nın Upanişad’lardan sonraki ikinci klasik eserine başvurabiliriz, Patanjali’nin Yoga Sutra’larına. Patanjali 1.2. Sutra’da yogi için şu ünlü tanımı yapar “yoga çitta vritti niroddhah” yani “yoga zihinsel dalgalanmaların, salınımların kontrolü, dizginlenmesidir”. Genelde zihin davranış biçimi olarak bir sarkaç ile örneklendirilir. Sarkaç, bir o yana bir yana sürekli nasıl dalgalanır ve hareket ederse, zihinde duyu objelerinden gelen verilerle ve onlara karşı ürettiği tepkilerle aynı dalgalanmalar ve hareketlilik içerisindedir. Sarkaç ortada nasıl sabitlenerek bir denge haline ulaşırsa, zihin de dalgalanmalarını yavaşlatabilir, hatta bir süre sonra dindirip, kontrol altında sabit bir şekilde tutabilir.
İşte bu nedenledir ki, Patanjali Yoga Sutra’larda Dhyana’yı 8-basamaklı (aştanga, aşta-sekiz, anga: uzuv) Yoga sistemi içerisinde 7. Adıma koymuş ve bu hale ulaşmanın altyapısını hazırlayacak altı ayrı basamağı da aşağıdaki gibi sıralamıştır.
Aştanga Yoga (8 Basamaklı Yoga Sistemi):
1. Yama (Evrensel ahlaki prensipler)
2. Niyama (Kişisel ahlaki prensipler)
3. Asana (Sabit ve rahat duruş)
4. Pranayama (Hayat enerjisi kontrolü)
5. Pratyahara (Duyuların içe çekilmesi)
6. Dharana (Konsantrasyon)
7. Dhyana (Meditasyon ya da Yoğunlaşma)
8. Samadhi (Zihin ötesi bilinç hali)
Bu manada bizim bildiğimiz bir yoga seansı, hani “Yoga’ya kayıt oldum”, “Yoga yapıyorum” diye cümle içerisinde kullandığımız “yoga” terimi, maalesef günümüzde sadece 2.basamak olan Asana çalışması için kullanılmaktadır. Ancak, yukarıda da gördüğümüz üzere asana, kişiyi dhyana’ya hazırlayan bir ön-basamaktır. Yine şaşırtıcı değildir ki, Patanjali asana için 2.46. sutrada şu tanımı kullanır “sthiram sukham asanam” yani sthiram: sabit, sukham: rahat, asanam: duruş. Bir başka deyişle, asana, “sabit ve rahat duruştur”. Hem dhyana sürecinde bedenin aldığı oturuş ve hal diye yorumlanabilir, hem de hangi pozu yaparsak yapalım sabit ve rahat olduğumuz sürece tam manasıyla asana yapıyoruz diye okuyabiliriz.
Asana’lar belli başlı enerji kanallarını açıp, bedeni uzun süre “sabit ve rahat” bir şekilde oturabilir bir hale getirir, böylece beden Dhyana sürecinde bize engel oluşturmaz. Asana’dan sonra Pranayama gelir ki, genelde nefes teknikleri ile eşleştirilir. Nefes, zihin ve beden arasındaki köprüdür, nefes üzerinde kontrol sahibi olmaya başladıkça zihin üzerinde de etki sahibi olunabilir. Böylece Pranayama adımı ile zihin biraz daha sakinleşir ve meditasyona hazırlanır. Nihayetinde tüm bunlar, bize maalesef günümüzdeki çoğu Yoga dersinde unutulan basit ve açık bir gerçeği tekrar hatırlatır: Tüm Asana ve Pranayama çalışmaları bizi Dhyana’ya hazırlayan öncül pratiklerdir. Kendi başlarına bir amaç teşkil etmezler. Bir başka deyişle, baş üzerinde durmak ya da ayağını başa değdirmek “hedef pozlarımız” değil, meditatif hale yani Dhyana’ya ulaşmak için ihtiyacımız olan hazırlık uygulamalarıdır.
Hindistan’tan Budizm etkisiyle Çin’e ulaşan Dhyana, orada Ch’an’a ve daha sonra Japonya’ya ulaşınca da Zen’e dönüşmüştür. Uzun lafın kısası, farklı teknik ve terimlerle gördüğümüz meditasyonun kökü tek bir kelimeye dayanır: dhyana.
1.2. Meditasyon öğretilemez
Meditasyon, kişinin zihinsel dalgalanmalarını dindirerek içerisinde var olan huzur ve farkındalık halini yeniden keşfetmesine vesile olan bir yöntemdir.
İnsanın zaten içerisinde var olan huzur ve farkındalık haline o insandan başka kimse ulaşamaz. İşte bu nedenle de aslında meditasyon öğretilemez. Sadece ulaşılması gereken yer parmakla gösterilir, oraya ulaşmak için hangi vasıtaları kullanması gerektiği anlatılır ancak yolu yürüyecek olan ayaklar ve beden kişinin kendisindedir. Bu nedenle, kişi ancak kendi uygulamaları sonucunda meditasyonun gerçekten ne demek olduğunu anlayıp, bilebilir. Bu, tüm manevi öğretiler için de geçerli olan bir gerçektir: eğitmenin görevi sadece yönteme dair rehberlik yapmak ve “zaten bilmekte olduğunuz ancak unuttuğunuz bilgiyi” hatırlatmaktır.
Swami Vishnudevananda, meditasyon’u açıklarken onu uykuya benzetir. Nasıl ki uyku öğrenilmez, ancak doğru koşullar yaratılarak uykuya, tabir-i caizse, “dalınır”, tıpkı bunun gibi meditasyonunda içine doğru koşullar yaratılarak “dalınabilir”. Doğru koşullar derken, mesela, uyku için öncelikle karanlık bir oda hazırlar, sessiz olmasını sağlar, öncesinde rahatlayabilmek için belki sıcak bir duş alır, ağır yemekler yemez, yatağın temiz ve rahat olmasına çabalarız. Tıpkı bunun gibi meditasyonda da aynı koşulları yaratmaya çalışırız. Yönlendirmeli bir meditasyon çalışmasında eğitmen bu koşulları yerine getirmek için öğrenciye yardımcı olur. Doğru ışık, doğru ses, doğru oturma pozisyonu, doğru nefes, vs… Nihayetinde, kişi meditasyonun içerisine dalar, tıpkı uykuya dalındığı gibi.
Meditasyon ve uyku arasında bir benzerlik daha vardır: beklentisizlik. Uyumak için kendinizi zorladığınız anları hatırlayın, ertesi gün sabahın erken saatinde kalkmanız gerekiyor, önemli bir toplantınız var ya da bir uçağa yetişeceksiniz, dinlenmeniz geceden şart! İşte, “hemen uyumalıyım” beklentisine girdiğiniz vakit uyku nasıl ki sizden kilometrelerce uzağa gider, meditasyon için de aynı şey geçerlidir. Meditasyonun nasıl olması gerektiğine dair öncesinde tasavvur edilmiş hayaller, deneyimler ve bunların beklentisi, “o beklediğiniz hali” sizden çok ama çok uzaklaştıracaktır.
2. NEDEN?
Peki, o halde ne yapmalıyız?
Meditasyonun “zihinsel dalgalalanmaları dindirerek zaten var olan huzur ve farkındalık halini yeniden keşfetmemize vesile olan bir yöntem” olduğunu söyledik. Peki, içimizde huzur ve farkındalık hali varsa, o halde neden her zaman o hale ulaşamıyoruz? Cümleyi bir başka şekilde kurarsak, o halde bu farkındalık ve huzur halinin ortaya çıkmasını engelleyen şey nedir ve bunun için ne yapabiliriz? Yoga metinleri bunu bir göl metaforu ile anlatır. Nasıl ki gölün yüzeyi dalgalı olduğunda, bulanıklaşır ve dibindeki taşlar net görünemez ise zihin de düşüncelerle ve duyu objelerinden gelen verilerle dalgalandığında, kişinin Öz’ünü belirleyen saf “farkındalık” halinden uzak kalınır.
Dış dünya ile beş duyumuz aracılığıyla ilişki kurarız. Duyu organları dışarıdan verileri alır ve zihne gönderir, ardından zihin bunları yorumlar, kategorize eder, stoklar… Gördüğümüz tüm renkler ve sesler zihin üzerinde bir izlenim ya da etki bırakır. İzlenim kelimesinin kökünden de anlaşıldığı gibi, zihinde her biri “iz” yaratır. Kelimenin ingilizcesi olan “impression” “im-press”, (press: baskı), zihin üzerinde baskı, damga, mühür bırakıldığını ima eder.
Bu izlenimlerin bir kısmı daha sonra kullanılmak üzere ya hafızaya gider, ya da bilinçli olarak o an kullanılır veya bilinçaltına atılır. Ancak her biri içeride bir şekilde muhafaza edilir. Zihin bu veri malzemesini bir yandan “geçmiş” olarak dosyalar, bir yandan da “gelecekte” bu malumatla ne yapacağına karar vermeye çalışır. Peki, bu verilerin miktarı çok ve karmaşık olursa ve zihin kategorize etme, depolama, planlama fonksiyonunda “doz aşımına” uğrayarak kaybederse ne olur?
Bir odaya dışarıdan sürekli eşya getirildiğini farz edin: kıyafetler, yiyecekler, mobilyalar… Yığıldıkça yığılıyor. Bunları ayrıştıran, tanımlayan görevlinin işlevini kaybetmeye başladığını düşünün. Oda çöplüğe dönüşür! İşte neyi niçin içeri aldığını ve nasıl temizlemesi gerektiğini bilmeyen bir zihin de böyledir. Kontrolsüz duygu değişiklikleri, stres ve gerginlik halinin dindirilememesi, analiz yeteneğinde sıkıntı, kronik yorgunluk vs. “doz-aşımına” uğramış bir zihnin işaretleridir.
İhtiyacımız olan şey zihnin üzerinde kontrolü yeniden ele geçirmek, yani zihinsel dalgalanmaları dizginleyip, kontrol altına almaktır (citta vrtti nirodhah).
Dikkat! Pek çok kez yanlış anlaşıldığı gibi zihin dalgalarını “durdurmaktan” burada bahsedilmemektedir. Nirodhah kelimesini “durdurmak” olarak çevirmek doğru bir yaklaşım değildir. Swami Vishnudevananda, İngilizce tercüme olarak “restraint” kelimesini seçer. Restraint, “dizginleme, zapt etme, kontrol altına almak” anlamlarına gelir. İçeride var olan hareketi sonlandırmak manasına gelen “durdurmayı” içermez. Her ne kadar bazı çeviriler de yine nirodhah için “cessation” kelimesi İngilizce kullanılsa da, “cessation” aynı zamanda “ara verme, mola” manalarına da gelir. Yani var olan hareketin tamamen sönmesi değil, ancak minimal düzeyde de olsa, kontrol altında fonksiyonuna yine devam etmesi demektir.
Zihnin durmasını beklemek, hatta zihnin korkunç ve kötü bir uzuv olduğunu düşünmek, maalesef, meditasyonun yanlış anlaşılmış bir halidir. Zihin doğası gereği yaşaması gerekir, eğer onu yok etmeyi planlıyorsak, hayati bir enstrümanı kaybederiz. Meditasyon ile yapılmaya çalışılan şey, bu enstrümanı akort ederek, tekrar doğru frekansa geri getirmektir. Zihin, bu manada tıpkı ateş gibidir. Bir mum alevi düşünün; rüzgar estiğinde mum alevi bir oraya savrulur bir buraya. İşte duyu objelerinin veri kirliliği altında kontrolden çıkmış bir zihin de böyledir. Ancak rüzgarsız bir odada mum alevi tek, net ve sabittir. Eğer o mum alevini sabit tutabilirsek, o zaman istediğimiz şeyi o alevin üzerine getirerek yakabilir ya da aydınlatabiliriz. Onu kendimize uygun bir araç olarak kullanabiliriz; onu yönlendiren biz oluruz, rüzgâr değil. Ancak, eğer mum alevi sönerse ateş de biter, geriye ne ısı kalır ne ışık. İşte, zihnin durması ateşin sönmesine denktir. Hâlbuki bizim ateşe ihtiyacımız var; ancak kontrolden çıkmış, yakıcı ve yıkıcı bir yangına dönüşmüş ateşe değil, dizginleyip, kontrolümüz altında kullanabildiğimiz odaklı bir mum alevine.
3. NASIL?
Peki, bunu nasıl yapabiliriz?
Meditasyon pratiği için öncelikle doğru koşulları oluşturmalıyız. Bunun için doğru mekan, doğru zaman, pratikte düzenlilik gibi dışsal ve öz-disiplin gerektiren unsurlar gibi, meditasyon esnasında odaklanmayı koruyacak doğru beden, doğru nefes ve odak noktası da gereklidir. Ancak, meditasyonun can damarı, “sessiz şahitlik” yöntemi ile gelen düşünceleri ve duygusal dalgalanmaları gözlemleyerek, tarafsızca izlemekten geçer. Swami Vişnudevananda, Meditation & Mantras kitabında meditasyon yönergelerini şu şekilde açıklar :
1. Mekan: Evinizde mümkünse temiz ve düzenli bir yer seçin ve pratiğinizi hep aynı mekanda uygulamaya çalışın. Bu mekan, mümkün olabildiğince sessiz olsun. Unutmayın, dışarıda gördükleriniz zihninizde izlenimler yaratır. Yüzünüzü kuzeye ya da doğuya dönerseniz, dünyanın manyetik alanından gelen titreşimlerden de faydalanabilirsiniz.
2. Zaman: Günün hep aynı zamanında meditasyon yapmaya çalışın. Hatırlayın, zihin tekrarlardan hoşlanır. Zaman, mekan ve pratiğin düzenliliği meditasyondan alacağınız verim için çok önemlidir. Bir su damlasının bir noktaya çarpmasıyla çatlayan kayalar vardır, bunu yapan suyun gücü değil damlaların sürekliliğidir. O yüzden süreklilik ve düzen ustalık getirir. Tercih edilen zaman genelde “gün doğumu” ya da “gün batımıdır”. Brahma muhurta denilen, sabah 4-6 arası, atmosfer ve zihnin günün titreşimleriyle henüz dalgalanmadığı dönemidir ve güneşin saf frekanslarından en fazla fayda alacağımız zamanlarıdır.
3. Alışkanlık: Pratikte düzenlilik en önemli noktadır. Bilinçaltının kendini susturup, odaklanmaya alışabilmesi için “düzene” ihtiyacı vardır. Bu alışkanlık, zihnin büyük ivmesine karşı koymakta, moralimiz düşükken uygulamayı yapabilmekte, beklenti ve hayal kırıklıklarından etkilenmemekte yardımcı olur. 15-20 dakika ile başlayın. Sonra yavaş yavaş dilerseniz zamanı uzatabilirsiniz. Uzun süre tek tük süren çalışmalardansa kısa zamanlı ancak düzenli uygulama yapmak daha hızlı yol aldıracaktır. Zaten düzenli uygulamaya yerleşmeye başlayınca, her sabah meditasyonsuz evden çıkmak istemeyecek, güne onunla başlama ihtiyacı duyacaksınız.
4. Oturma Pozisyonu: (Asana-poz). Sabit ancak rahat bir oturuşunuz olsun. Omurganız özellikle dik olsun, bunun için gerekirse minder alın, eğer o da yetmiyorsa belinize bir yastık desteği yerleştirerek duvara yaslanabilirsiniz. Ancak tamamen bedenin ağırlığını duvara bırakmayın; yine siz taşıyın, yığılmasın. Rahat bir bağdaş bedenin alt kısmı için sağlam bir temel oluşturur. Eğer kalçalar yeterince açık değilse ve dizler havada kalıyorsa altına birer battaniye ya da yastık koyarak destekleyin. Vücudun böylece aldığı piramit formu, meditasyon enerjisinin dışarı dağılmak yerine içeride tutulmasına yardımcı olur. Düzenli uygulama sırt kaslarının güçlenmesini ve kendi kendine bedenin oturabilir hale gelmesini sağlayacaktır.
5. Niyet: “Bir kaya gibi sabit ve dik oturacağım” diye en baştan niyet edin. Meditasyon pratiğinizin sonuna kadar ne olursa olsun elinizden gelen tüm çabayı göstereceğinizi içtenlikle kendinize tekrarlayın. Meditasyondaki başarı, amacınızı ne kadar ciddiye aldığınız ve istekli olduğunuzla şekillenir.
6. Nefes: Bilinçli olarak nefesi derinleştirip, ritmik bir hale getirin. 3 derin nefesle başlayın, nefeslerinizi kalp ritminizle senkronize edebilirsiniz. 3-4 kalp ritmi alıp, verebilirsiniz. Nefesin sesini duyun ve dinleyin. Tek işiniz nefesi dinlemek ve tek odağınız nefes olsun. Daha sonra yavaş yavaş sessizleştirip tekrar doğal ritmine döndürün. Zihin dalgaları nefesle doğru orantılıdır, nefesin derinliği zihni de sakinleştirecek ve sessizleştirecektir.
7. Odak Noktası: Zihnin dinlenebileceği bir odak noktası seçin. Bu nokta bir çapa görevi görür ve zihnin hayallere dalmasını ve andan kopmasını engellemeye yardımcı olur. Genelde, zekası ön planda olan kişiler kaşların arasını, duyguları ön planda olanlar kalp merkezini tercih ederler. Başka noktalar da vardır. Bu noktayı seçtikten sonra asla değiştirmeyin. Tüm odak noktaları aynı sonucu getirir. Entellektüel mi duygusal mı olduğunuz açık değilse, ikisini de deneyin ve daha doğal geleni seçin.
8. Odak objesi: Zihni odak noktasına koyduktan sonra, bir de odak objesi gereklidir. Nötr veya ilham verici bir öğe seçin; nefes farkındalığı, zihinde bir ışık huzmesi canlandırma, om veya başka bir mantra gibi. Bir mantra seçtiyseniz hiçbir zaman değiştirmeyin. Aynı kuyuyu kazmaya ve derinleştirmeye devam edin. Zamanla nefes, odak noktası ve odak objesi birleşir, ayrışamaz hale gelir. Hep aynı objeyi kullanmak, olumlu alışkanlığı arttırır.
9. Sessiz Şahitlik (Gözlem): Gelen düşünceleri izlemeye başlayın. Düşüncelerle kendinizi özdeşleştirmeyin. Sanki bir film izliyormuşçasına ya da sokaktan geçen insanlara camdan bakıyormuşçasına, tarafsızca düşünceleri ve bedenin verdiği tepkileri gözlemleyin, izleyin. Tarafsız bir şahit olun. Bir süre sonra düşüncelerden ayrılacak ve saf, sabit bir farkındalık halinde kalacaksınız.
Bu süreç o kadar kolay olmayabilir. Bir bakmışsınız, geçmiştesiniz ya da bir bakmışsın yarın ne yapacağını planlıyorsunuz. Yoga yazıtlarında zihin “daldan dala atlayan bir maymuna” benzetilir. Bu atlamaları durdurmanın tek yolu gözlemlemek ve izlemektir. Sadece fark ederek, nefese veya odak noktasına dönmek yeterli olacaktır. İlk başlarda 5 dakika içerisinde belki 25 kez gidip geleceksiniz, sonra bu 20’ye düşecek ve daha sonra 10’a, 5’e ve bir süre sonra 1 ya da sessizliğin kendisine dönüşecektir.
Bir vahşi at nasıl ehlileştirilirse, zihin tıpkı onun gibi terbiye edilir. Sabırla, cesaretle ve inançla devam etmek nihai amaca elbet ulaştıracaktır. Her şeyde olduğu gibi, düzenli uygulama bunu garantiler. Ne kadar çok yemek yaparsak o kadar iyi aşçıya dönüşeceğimiz gibi, ne kadar çok tarafsız şahit olmaya, fark etmeye çalışırsak o kadar çok farkındalık halinde kalabiliriz. Düzenli pratik ile birlikte, meditasyon sadece 5-10 dakika oturduğunuz bir pratikten, hayatın her anına 24 saat boyunca sirayet eden bir yaklaşıma dönüşecektir. Duyu objelerinin, arzularının, isteklerinin kirliği ve tozu altında saklı kalmış olan bu farkındalık ve huzur hali geriye kalan tek şey olacaktır.
———————————————————————
Swami Vishnudevananda, Meditation and Mantras, Delhi: Om Lotus Publications, sf. 27.
Bkz. Upanishadlar, (2011). Hzr. Müller, Max, Çev: Ertüzün, S. Okyanus Yayıncılık: İstanbul. ya da
Patanjali, Patanjali’nin Yoga Sutraları: Zihinsel Huzur, Ruhsal Huzur, (2013) Çev. Yener, Nur. Okyanus Yayıncılık: İstanbul
Kaya, Korhan. (2006) Sanskrit-Türkçe Sözlük. İmge Yayınevi: Ankara, sf. 158; Feuerstein, G. (2008). The Yoga Tradition: Its History, Literature, Philosophy and Practice. Hohm Press: Arizona, sf. 3.
Georg Feuerstein, http://www.adishakti.org/_/yoga_and_meditation_dhyana_by_georg_feuerstein.htm#sthash.NCAQngrg.dpuf
http://www.tamqui.com/buddhaworld/Thien/Chan/Zen
Swami Vishnudevananda, Meditation and Mantras, sf. 9.
Swami Vişnudevananda, Meditations and Mantras, sf. 10
Swami Vishnudevananda, Meditation and Mantras, sf. 10, 11.